“Türkiye çağdaş bir devlet olarak kurulurken ve değişimini tamamlarken, üç beş kentsoylu ya da azınlık bedel ödemedi. Asıl bedeli, parasal ekonominin kurallarını para olmadığı için bedenen yerine getiren köylü ödedi,” diyor Zekeriya Temizel, çocukluk ve gençlik anılarından oluşan Çekerek Kıyılarında adlı yeni çıkan kitabında. Daha sonraları Maliye Bakanlığı’nın hemen her kademesinde görev yapan Temizel, sanıldığının aksine bu savını mali veriler, ekonomik istatistikler ya da bilimsel incelemelerle değil, içinde büyüdüğü köylü çevrenin yaşamından kesitler sunarak, onların bu uğurda çektiklerinden yola çıkarak kanıtlıyor.
İmparatorluğun çökmesi sonucunda varını yoğunu savaşta harcamış bir ulusun, kendi küllerinden kendini yaratmak uğruna girdiği yolda beden gücünden yararlanarak dışa bağımlı olmadan kendi iç olanaklarıyla bir şeyleri başarması gerekmektedir. Ulus olarak kalkınmanın yolu parasal ekonomiden geçmektedir. Parasal ekonomiye geçiş için de yurtta ulaşım olanaklarını yaratmak kaçınılmazdır. Yol yapmak da işgücü gerektirmektedir. Tek parti iktidarı çareyi vergi almakta bulur. Varsıldan vergi almak kolaydır da para yüzü görmeyen yoksul köylüden vergi ne biçimde alınacaktır. Dönemin parlamenterleri çareyi, köylünün vergisini beden gücüyle ödemesinde bulurlar. Böylece köylü, vergisini beden gücünü harcayarak ödeyecek, bu gücünü de doğrudan ülkenin yollarının yapılması için kullanacaktır. Altmış yaşına kadar olan tüm erkekler bu vergiye tabidirler. Köylü bu görevi büyük bir kutsallık içinde gerçekleştirir. Yalnız burada, işini bitirmek böylece vergisini ödemiş olmak yetmemekte, üstüne bir de işin kabul edilmesini sağlamak için, kontrolöre rüşvet vermek gerekecektir. İşin tamamlandığını gösteren sülüsünü alıp çoluk çocuğunun yanına geri dönecek olan köylü, cebindeki son parayı da bu rüşvet için harcamak zorunda kalmaktadır. Köylü için acı olan da budur, beden gücünü vatanı için harcamak değil.
Köy Enstitülü öğretmeninden eğitim alan Temizel, öğretmeninden tüm köylü gibi çok şey öğrenmiştir. Özellikle öğretmenin köye gelen bir arkadaşıyla arasında geçen konuşma, o dönemin ve yaşanılanların bir haritasını çıkaracak niteliktedir. Varlık vergisi nedeniyle büyükelçilerin Maliye Bakanlığı’na “yığıldığını” bildiren Selahattin Öğretmen’e arkadaşı: “Haksızlık adaletsizlik yalnızca Varlık vergisinde miymiş? Bak yol vergisine, neresinde adalet var. Ama bu adamların sesi soluğu çıkmıyor. Kanun bu yükümlülük için sekiz saatten uzağa gidilmez der ama millet üç günlük yola gönderilir. On iki günden fazla çalışılmayacak denir ama yirmi günden önce dönen görülmedi, insanlara herhangi bir ödeme de yapılmıyor. Ne yiyip ne içeceklerini de düşünen yok” diyerek uygulamadaki aksaklığı ortaya koyuyor.
Böylece biz de yasaların çıktıkları gibi uygulanmamasının veya o dönemdeki kanun koyucunun tüm iyi niyetine rağmen, uygulamadaki bu sorunlar yüzünden köylüyle arasında bir gerilim yaratmasına engel olamamasını ibretle tanık oluyoruz bu sanlarda.
NİNADÜĞ İLE ESME NİNE
Temizel, Kafkas sürgünü olan Nınadüğ ile Dersim sürgünü Esme Nene’nin arasındaki etkileşimi de yürek dağlayan şu öyküyle okuyucuyla buluşturuyor:
“Nınadüğ ile Esme Nene’nin günlerce ne konuştukları herkesin merak konusu olmuştu. Esme Nene, Kürtçeden başka, Nınadüğ de Çerkesçe ve Rusça’dan başka bir dil bilmezdi. (…) Bazen Esme Nene bazen de Nınadüğ konuşurken gözlerinden sicim gibi yaş boşaltıyor, diğeri de sanki anlatılanı anlamış gibi gözyaşı dökmeye başlıyordu. (…) Kucaklaşmaları da bir garip olurdu. Esme Nene, Nınadüğ’e kollarının yetiştiği yerden, yani belinden sarılır, Nınadüğ de onun başını kollarıyla sarardı. Ne konuşuyorsunuz nına, diye sorduğumda, Nına bana ‘Ne olacak küçüğüm, sürgünümüzü’ derdi. … ‘Ama o seni anlamıyor ki.’ ‘Olsun. O kendine, ben kendime anlatıyorum. Hikâyelerimizin acıklı ve birbirine benzer olduğunu biliyoruz ya. Hem sürgün anlatılmaz ki, yürekte hissedilir.’
Kafkas Dağları’ndan sökülüp atılmış bir Çerkez nınası ile Dersim derelerinden koparılmış bir Kürt (Alevi) nenesini, kaderlerinin bir araya getirdiğine inanırdım. Bu iki dağlıyı burada birleştiren kader, bu birleşmeden mudaka bir şeyler çıkmasını planlamıştır, diye düşünürdüm.”
Bu ve buna benzer anıların derlemesinden oluşan Çekerek Kıyılarında kitabında yer alan anıların ortak sözcüklerini, yoksulluk, köylülük, otoriter baskılar, sürgünlük, vatana bağlılık, umut ve her şeye karşın bitmek tükenmek bilmeyen yaşama arzusu olarak sıralayabiliriz. Temizel, bu sözcükler etrafında zaman zaman gülerek zaman zaman da ağlayarak okunacak bir kitap kurgulamış. Temizel’i maliyeci olduğu halde sosyal konuları böylesine edebi biçemle kaleme aldığı için kutlamak gerek.
COŞKUN ONGUN, CUMHURİYET KİTAP, 12 NİSAN 2007