‘Hayatımız bir sosyal pornografi!’
– Boccaccio’nun Decameron’undan bahsederek başlayalım söze…
– Decameron hikâyeleri, İtalyan yazarı Giovanni Boccaccio tarafından 1348-1351 arasında yazılmış. Boccacio, Ortaçağ karanlığında elinde bir fener, sokaklarda, kilise kuytuluklarında, avlularda, zengin kadınların yatak odalarında bir gölge gibi dolaşıp o güne kadar edebiyatta söylenmeyeni söylemeye çalışıyor. İtalyan dilinde basılmış ilk kitap. Malum o güne kadar Latince egemen. Muzip, gözükara biri. Kimi zaman din baskısını, kimi zaman ikiyüzlü ahlakı mizah ve ironiyle sunuyor. Tabii yasaklanıyor ama insanlar hikâyeleri küçük broşürler hâlinde basarak sokaklarda dağıtıyor, çadır tiyatrolarında oynuyor.
– Dünyanın değişmesini istemeyenlerce bir günah kitabı ilan edilmiş Decameron; susmamanın, baskıya başkaldırının bir ifadesi. Ya, Türkiş Demakeron?
– Kötü bir huyum var, epey röntgenciyim ve bunu her yerde yapıyorum. Otobüste, meyhanede, deniz kıyısında ve bu hikâyeler, âdeta kucağıma düşüyor. Kimi zaman beni uçuruyor kimi zaman şiddetle yere vuruyor. Lunaparkta balerinaya binmiş gibi hissediyorum. Evet, hayatımızın en mahrem yanları artık ya sosyal medyada ya da iktidar emriyle uluorta sergileniyor. Öyleyse dedim, ben daha iyisini yaparım, hodri meydan maskeler aşağı. Sırlarımız, kurnazlıklarımız, ihanetlerimiz; haydi beyler hanımlar, tiyatromuz az sonra başlıyor!
“HAYATIN KENDİSİ FANTASTİK!”
– Kitabınızın bölümleri “Kafası Bozuk Hikâyeler” ve “Bütün Mutlu Aileler”, bir elmanın iki yarısı gibi. Eleştirelde merkez noktaları bir.
– “Kafası Bozuk Hikâyeler”in kafası epey bozuk. Yazar şöyle bir bakmış, pembe pembe tüllerle döşenmiş yatak odalarının pembe dünyasının sakladığı sırları, erkeklerin hiç konuşmadıkları sünnet travmalarını, internetle tanışan karılarının boynuzladıkları erkeklerin acılı hikâyelerini şöyle bir anlatayım demiş. Tabii bu bölümde insanın kalbine dokunan hikâyeler de var. Ne yazık ki hayatımız tıpkı bir dönme dolap gibi acının ardından kahkaha atmayı unutursak bize ne kalır? Çoğu kişi, “bu hikâyeler gerçek olamayacak kadar fantastik” diyebilir. Öyle, hayatın kendisi fantastik! Ben sadece bir disiplin içinde olup biteni aktarmaya çalıştım. “Bütün Mutlu Aileler” bölümüne gelince hayatım boyunca duyduğumda tüylerimi diken diken eden bir şehir efsanesi var: “Türk aile yapısı çok sağlamdır, nasıl yani? Kim hangi araştırmayı yapmış? “Çocuk tecavüzü” dersin, hemen lafı ağzına tıkarlar: “Bizde olmaz!”. “Ensest” dersin, “Bizde olmaz”. Nasıl olmaz! Biz steril bir fanusta mı yaşıyoruz? Bütün insan hâlleri ülkemizde de yaşanıyor. İşte ben burada haykırıyorum: Bütün mutlu ailelerin sırları var biliyorum. Yok diyemezsiniz.
– Evet, topluma “bir hâller oldu”. Nedir bunlar?
– Hayatımız bir sosyal pornografi. Yani şu hâle bak, deniz gören mezar satıyor. Öyle böyle değil bayağı müşterisi var. Hayatlarında deniz kıyısında oturmamış, bir sahil lokantasında balık yememiş insanlar, öbür dünyadan denizi seyretmek için mezar yeri alıyor. Bir alet çıkarılmış, dua okumana gerek yok, kafanın üstüne koyuyorsun o senin yerine okuyor. Milletin seyrettiği dizilerde herkes muhteşem evlerde oturuyor, herkesin bir entrikası var ve kadınlar sabahın köründe pür makyaj, ayakta topuklu ayakkabılar yalı odalarında dolaşıp duruyor. Her yeri dar siyah blucin pantolonlu, çıplak ayağına babet giyen, saçı sakalı karışmış erkekler kapladı. Öyle oluyor ki herkesi bir tanıdığa benzetip el sallıyorum.
Gençler ya çok yorgun ya da sıkılmış. Sosyete hayatı diye bir şey gösteriliyor televizyonlarda; yüzleri botosktan çirkin mi çirkin obez bir kediyi andıran kadınlar, alay eder gibi makyaj malzemelerinin elli bin lira tuttuğunu söylüyor. İktidarın yalanlarına hiç değinmeyeceğim, onları herkes biliyor. Biz Türkler her şeyin suyunu çıkarmak için dünyaya gelmişiz. Her şeyi hemen tüketim, çöplüğe atıyoruz. Bugünlerde tek derdimiz para. Tanrı paradır! Tanrı para olunca da her şey pornografik bir kısır döngüye dönüşüyor. Kimse bana kızmasın!
“KİMSEYE EYVALLAHIM YOK!”
– Bunları neden şimdi yazdınız?
– Kimseye eyvallahım yok! Hiçbir zaman da olmadı. Bu hikâyelerin yazılması gerekiyordu, öncelikle kendim için! Geç bile kaldım. Şimdi tam yeri ve zamanı. Birileri artık haykırsın istedim. Hikâyelerin daha da cesur olmasını isterdim. Dostlarım, “Işıl gene yufka yürekliliğin tutmuş, sen de neler neler var biz biliyoruz” diyorlar. Yetmemiş yani! Bir de şunu çok isterdim; belki de bu yaşta bile tam bir sokak çocuğu olduğum için elimde Decameron hikâyeleri, broşür halinde sokaklarda dağıtıyorum. Harika olurdu, hayali bile güzel!
“BİZİ ÇÖZEMEZLER ALKIŞLAR!”
– Feleğin sillesi ne ki silsilesi öyküler de var seçkide. “Ebabil” en yakıcılarından. Taciz ve tecavüzün yaygınlığına ilişkin sosyo-politik bir irdeleme niteliğinde. “Gençliğin Dayanılmaz Ağırlığı” ise yaşayamayan genç ölülere adanmış…
– Kafası bozuk hikâyelerden sonra kendime gelmek için yazdığım hikâyelerden söz ediyorsun. Çok canım yanarak yazdım onları. Özellikle de Armutlu’da bir etkinlikte tanıdığım Dilek; bölgenin çocukları için açılan pazarda ondan kırmızı bir çift örme pabuç alıp gelecekten konuşmuştuk. Bir polis kurşunuyla öldü. Sonra Yusuf Emre Şen; onunla Seferihisar’da tiyatro festivalinde tango yapmıştık, Suruç’ta patlayan bomba onu öldürdü. Yapamazdım, onların hayallerini anlatmadan bu kitap eksik kalırdı. Nereden geldi bu hikâyeler diye soruyorsun, onlar hep yanımdaydı.
– Kitabın muzır mizahı, öykülere can veriyor. Bir Minibüs Kardeşliği mesela…
– Biz buyuz, sana bir şey söyleyeyim, Bizim kanlar Oktay Babuna diye bir herifin yaptığı oyun sayesinde Amerikan kan bankalarına gitti, duydum ki bizim genetik kodlarımızı çözmeye çalışan makineler iflas etmiş. Alkışlar!
– Mutlu sonların kitabı değil “ Türkiş Dekameron” ama vazgeçmenin de…
– Bir Türkiye kitabı diyelim. Ama bitmedi. Şimdi yeni bir Dekameron’a başlıyorum. Bu arada bu kitabı basma cesareti gösteren Derya Akyıldız ve kitabın kapağı ile iç desenlerini hiç yüksünmeden, sevgiyle yapan Mustafa Delioğlu’na teşekkür etmek istiyorum.
Türkiş Dekameron / Işıl Özgentürk / Aya Kitap / 176 s.
Gamze Akdemir, Türkiş Dekameron, 2 Ağustos 2018